Talût ve Calût kıssası, Kur’ân-ı Kerim’de (Bakara 246., 247., 248., 249., 250. ve 251.) ayetlerde anlatılmaktadır. Kıssa şöyledir : Bugünkü Mısır ile Filistin arasında yaşayan, Amâlika adlı bir kavim vardı. Başlarında, Ad kavminden gelen, Calût adlı bir kral vardı. Calût; iri cüsseli, dev bir adam idi. Allah (C.C.), Calût’u, İsrailoğullarına musallat etti. Calût’un kavmi, Tevratı değiştirip isteklerine göre tevil eden, fitne ve fesat çıkarıp peygamberlerini dinlemeyen, ahlaksızlaşan İsrailoğullarına saldırıp onları perişan etti. Calût, İsrailoğullarının çocuklarını esir alıp tüm İsrailoğullarını dağıttı. Bununla da kalmadı onlara çok ağır vergiler koydu. İsrailoğulları perişan oldular. Her biri, kurt girmiş bir sürü gibi, dağılıp dağ başlarına gittiler. Düştükleri bu kötü durumdan kurtulmak için, ileri gelenleri ve reisleri peygamberlerine gittiler “ Bize bir melik (komutan) gönder de Allah yolunda savaşalım dediler. O da ‘ Size harp farz kılındığında, ya harp etmezseniz’ dedi. Onlar, biz Allah yolunda niçin harp etmeyelim. Biz yurtlarımızdan ve çocuklarımızdan çıkarıldık” ( Bakara- 246) dediler. Peygamberleri onlara “ Allah, Talût’u size melik olarak gönderdi” dedi. Onlar “ O bizim üzerimize nasıl melik olur? Biz melikliğe ondan daha layığız ve ona mal yönünden bolluk verilmemiştir.” Dediler.Peygamberleri “ Allah onu sizin üzerinize seçmiştir. Ona ilim ve vücudca üstünlük vermiştir. Allah mülkü dilediğine verir…. ( Bakara -247)” Dedi. Talût bir peygamber değil, bir komutandı. Fakirdi. Deri dabakçılığı, çobanlık yapar, su taşırdı. İri cüsseli idi. Güçlü, kuvvetli ve güzel yaratılmıştı. Yüce Allah, Talût’a ilimde ve cisimde bir üstünlük vermişti. Savaş ilimlerinde ona bir maharet vermişti. Kısaca işin ehli idi. Ama İsrailoğullarına göre, bu hal bugün için de geçerlidir, hükümdarlık, servet ve sermaye sahiplerinin olmalıydı. Aslında bu fikir, toplum menfaatine ve adalete aykırıdır. Doğrusu ise iktidara ehil olanların gelmesidir. Kişinin ehliyetli, bilgili, görgülü ve cesaretli olması gerekir. Yani iş ehline verilmelidir. Derken peygamberleri onlara, meleklerin taşıdığı “Tabut”u delil olarak getirterek onların Talût’a teslimiyetlerini sağladı. Talût komutanlığı ele aldıktan sonra, Calût’a karşı cihada çıktı ve önce askerlerini denedi. Talût ordusuyla birlikte ayrıldıktan sonra “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla deneyecektir. Kim o ırmaktan içerse benden değildir. Kim ondan tatmazsa o bendendir. Ancak bir avuç avuçlayan müstesna ( Bakara- 249)” diyerek onların bu ırmakla bir sabır imtihanına tabi tutulacaklarını bildirdi. Çok sıcak bir havada, bir ovaya geldiklerinde su istediler. O ırmağa gelince Talût, ondan bir avuç su içmelerini veya hiç içmemelerini emretti. Emre uyarak hiç içmeyenler o imtihanı kazandılar. Suya saldıranların ise hararetleri artıyor, dudakları kararıyordu. Sudan kana kana içenler ise Talût’tan ayrıldılar, nehri geçemediler, imtihanı kaybettiler ve helak oldular. Çünkü emir Allah’tan gelmişti. Talût’un peşine seksen bin insan düşmüştü. Nehire vuran bu seksen bin kişiden ne yazık ki emre uyan, üçyüz onüç kişi sahile çıkabilmişti. Calût’un çok kalabalık ordusuna karşı, bu üçyüz onüç fedakâr ve ferâgat ehli insan mücadele edecekti. Kaderin bir cilvesidir ki Bedir’de de Müslümanlar bu sayıda idiler. Ama onlar “ Ey Rabbimiz !.. Üzerimize sabır boşalt, ayaklarımızı sabit kıl, kafirler topluluğuna karşı bize yardım et. ( Bakara -250)” dediler. Talût’un bu kahraman erleri- “Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. (Bakara- 251)”- aslanların kuzuları parçaladığı gibi, Calût’un ordusunu perişan ettiler. Calût’un ordusu dağıldı ve kaçtılar, Talût’un ordusunda bulunan Davud da sapanına koyduğu taşı atarak Calût’u öldürdü. Zafer de Allah’ın emrine itaat eden çok az sayıdaki inananların oldu. Suyun cazibesine kapılıp Allah’ın emrini unutanlar ne yazık ki hakiki fedakâr kişiler olamamışlardı. O nehir akıllarını başlarından almıştı. Günümüz insanlarında da dünya sevgisi onları, Allah’ın emirlerinden uzaklaştırmakda ve akıllarını başlarından almaktadır. Bu kıssa bize şunu göstermektedir ki dünya sevgisi, ahireti dünyaya tercih etme hastalığı, imansız gitmenin en büyük sebebidir. Dünya sevgisiyle sarhoş olan, ahiret yurdunu unutmaya sebeptir ki bu çok kötüdür.
İlahiyatçı Yazar Bayram Dalga