Bütün yaratılmışların ulaşması gereken bir kemali vardır. Bir fidanın kemali toprağa
dikildiğinde ağaca dönüşüp meyve vermesidir. İnsanda bundan müstesna olmayıp onunda
ulaşması gereken bir kemali vardır. Bu kemal ise Allah’a yakın olmaktır. Allah’a yakın olmak
insan ruhunun derinliklerinden gelen batınî bir hareket olduğundan onu bu hedefe ulaştıracak
vesileleri gerekli kılmaktadır. Söz konusu vesileleri ise insanı tam anlamıyla tanıyan Yüce
Allah bilebilir, Ondan başkası bilemez. Allah Teala ise insanın kemale ulaşması, netice
itibariyle kendisine yakın olması için farzlar, müstehaplar ve günahları terk etmek gibi
hükümler belirlemiştir. Bunların dışında söylenen yollar insanı kemale erdirmez.
İbadet bu kadar önemli olmasına karşın insanların bu konuda çok zayıf oldukları
görülmektedir. Bunun nedenlerinden biri ibadetlerin felsefe ve hikmetlerinin gerektiği şekilde
bilinmemesidir. Bu konuda az da olsa yardımcı olabilmek için aşağıda söz konusu
felsefelerden birkaçına yer veriyoruz.
1- İnsanın Kendisini Tanıması ve Kendisini Bulması
Hz. Ali (a.s) buyuruyor: ‘Kim kendisini tanırsa Rabbini de tanır.’
İnsan eğer kendi bedensel ve ruhsal özelliklerini, yaratılışındaki hayret verici düzeni tanırsa,
Allah’ı da tanır. Çünkü ona bu düzen ve özellikleri verenin Allah olduğunu görecektir.
İnsanın kendisini tanıması önemli bir meseledir. Şimdiye kadar insanı tanımak için sayısız
çalışmalar yapılmıştır. Ama hiçbiri insanı tam manasıyla tanıtamamıştır. İnsanın kendisini
tanıyabilmesi için onu her yönüyle tanıyan bir kılavuza ihtiyacı vardır. O kılavuzda yalnızca
Allah Tebareke ve Tealadır. Çünkü insanı her yönüyle ancak onu yaratan bilebilir. Kur’an-ı
Kerim buyuruyor: ‘Şüphesiz ki, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne gibi vesveseler verdiğini
biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.’ (Kaf, 16).
İnsanın sahip olduğu yapıyı bilen yüce Allah, ona uygun ibadetler koymuştur. Bu ibadetler
onu kendisine tanıtmakta önemli rol sağlamaktalar. Mesela insanda fıtri bir tapınma güdüsü
vardır. Bu güdünün doğru bir şekilde yerine getirilmesi için Kur’an ve sünnette namaz, oruç,
hac vs. hükümler belirlenmiştir. Ya da muhtaç bir varlık olan insanın ihtiyaçlarını gerçek
manada giderenin sadece Allah olduğunun farkına vardırmaktadır.
Dolayısıyla ibadetler insanın kendisini tanımasında ve bulmasında önemli faktörlerdir.
2- Allah’ı Zikir Halinde Olmak
İnsanın kurtuluşu her daim Allah ile irtibat halinde olmasına bağlıdır. Bunun içinde ibadet
etmelidir. İnsan ibadet edince aynı zamanda Allah’ı zikir etmiş olur. Kur’an-ı Kerim
buyuruyor: ‘…Bana ibadet et ve benim zikrim için namaz kıl.’ (Ta-Ha, 20) Ayette genel
olarak ibadete emir verilirken, bu ibadetlerden biri olan namaz, Allah’ı zikir olarak
nitelenmiştir. Demek ki namaz kılan kimse Allah’ı zikir halinde olur.
Allah’ı zikretmenin birçok faydası vardır. Onlardan biri kalplere sakinlik ve huzur vermesidir:
‘İnananlar, kalpleri Allah’ın zikriyle yatışan kimselerdir. Bilin ki kalpler yalnızca Allah’ın
zikriyle yatışır, huzur bulur.’ (Rad, 28) Yani Allah’ı zikreden kimse yaşadığı acı tatlı tüm
olaylar karşısında huzur ve sükunet içinde olur, kendisini kaybetmez. Bir anlamda stres ve
depresyona girmez.
Ama Allah’ı zikretmeyenler her daim huzursuz olur, strese girer, panik yapar, netice olarak
sıkıntılı bir yaşamı olur. Kur’an-ı Kerim buyuruyor: ‘Kim benim zikrimden yüz çevirirse
onun için sıkıntılı bir geçim vardır.’ (Ta-Ha, 124).
Allah’ı zikretmemek ise Onu unutmak demektir. Kur’an buyuruyor: ‘Allah’ı unutan, bu
yüzden O’nun da, kendilerini kendilerine unutturan kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık
olanların ta kendileridir.’ (Haşr, 19)
Ayet, Allah’ı unutan kimsenin gerçekte kendisini unuttuğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
Yani Allah’ı unutan kimse hedefinden şaşmış, başıboş bir kimse gibidir. Böyle kimseler
yanlış bir yaşam tarzına sahip olup hem kendilerine hem de etrafına zarar verirler. Zira onlar
artık fasık kişiler haline gelmişlerdir.
İbadetin ve Allah’ı zikretmenin felsefesi hakkında Hz. İmam Rıza (a.s) şöyle buyuruyor:
‘Eğer, ‘Neden Allah’a ibadet ediyoruz?’ diye sorulsa şu cevap verilir: Allah’ı zikretmeyi
unutmasın, Allah’ın dergâhında edebi terk etmesin, emir ve yasaklarından gafil olmasın diye.
Bunda insan için salah ve kıvam vardır. İnsan ibadet etmese üzerlerinden uzun zaman geçer,
sonra kalpleri katılaşır.’ (Uyun-u Ahbari’r-Rıza (a.s), c.1, s.39, hadis, 39)
Yine şöyle buyuruyor: ‘…İbadet kulun, gece gündüz Allah’ı -azze ve celle- anmaya devam
etmesine, efendisini, müdebbirini, yaratıcısını unutmamasına, verdiği nimetlerden dolayı
mest olmamasına ve tuğyan etmemesine, günahlardan sakınmasına ve her türlü fesada
düşmesine engel olmaktadır. (Vesail-u Şia, c.3, s.4)
3- Teslimiyet: İbadetin En Büyük Felsefesi
İslamî hükümlerin tümünün bir felsefe ve hikmeti vardır. Ancak ayet ve hadislerde
bildirilenlerin dışında bu hikmetlerin tümünü bilemiyoruz. Bazı hikmetlerde bilim ve
teknolojinin ışığında bilsek de bu, sınırlı ve tek yönlüdür. Örneğin günümüzde tıp, orucun
sadece insan sağlığına olan faydalarını ortaya koyabilmiştir, ama onun manevi boyutuna
girememiştir.
İnanan bir kimse, ibadetlerin felsefe ve hikmetlerini bilmese de teslimiyet ruhundan dolayı
onları yerine getirir. Çünkü iman etmiş bir kimse yüce yaratıcının işlerinin bir hikmet üzerine
olduğunu, boş ve anlamsız iş yapmayacağını bilir.
Hükümlerin hikmetini bilmeden yapılan ibadetler insanda teslimiyet ruhunu geliştirmektedir.
Bu teslimiyet ruhu, insanı kemale götüren bir yollardan biridir.
4- İbadet Kulluk Makamına Ulaştırır
İnsan ibadet ederek Allah katında kulluk makamına ulaşır. Bu, büyük bir makam olup
dünyevi bütün makamlardan çok üstündür. Çünkü ibadet eden kimse Allah’ın huzuruna
çıkmış olur. Bu huzur, dünyada büyük makam sahiplerinin huzuruna çıkmakla kıyas
edilemeyecek kadar büyüktür. Ve bu makam bütün insanlara açıktır, isteyen herkes ona sahip
olabilir, Allah onun kapısını herkese açık bırakmıştır. İbadet etmeyen kimse ise kendisini bu
yüce makamdan yoksun kılmıştır.
Peygamber Efendimiz (s.a.a) peygamberlik de olmak üzere diğer bütün makamlarından önce
‘Kulluk’ makamıyla öne çıkmaktadır. O (s.a.a), her şeyden önce bir kuldu. Nitekim bu kulluk
makamıyladır ki birçok mucizeler göstermiştir. Onlardan biri miraca gitmesidir: Kur’an
buyuruyor: ‘Kulunu, ayetlerimizden bir kısmını ona gösterelim diye geceleyin Mescidi
Haram’dan çevresini kutladığımız Mescidi Aksa’ ya götüren (Allah), noksan sıfatlardan
münezzehtir, şüphe yok ki o, her şeyi duyar, görür.’ (İsra, 1)
Görüldüğü üzere Peygamberimizin (s.a.a) büyük mucizelerinden biri olan miraca gidişi
hakkındaki ayette Peygamber Efendimiz (s.a.a) Resul, Nebi vb. sıfatların yerine ‘Kul’
sıfatıyla anılmıştır. Yani kulluk makamıyla göğe yükselmiştir.
Yine namazların teşehhüdünde Peygamberimizin (s.a.a) risaletine şehadet verirken önce
Allah’a kul olduğuna sonra peygamberliğine şahadet veriyor ve diyoruz ki: ‘Ve eşhedü enne
Muhammeden abduhu ve resuluh (Ben şehadet veriyorum ki Muhammed Allah’ın kulu ve
elçisidir.)
İmam Ali (a.s) buyuruyor: ‘İzzetli olmam için sana kul olmak bana yeter. Ve iftihar etmem
için senin bana Rab olman yeter.’
İmam Ali (a.s) bu sözüyle gerçek izzet ve şerefin Allah’a kul olmaktan, gerçek iftiharın ise
Allah’ı Rab olarak kabul etmekten geçtiğini buyurmaktadır.
Bu dünyada ibadetin dışında da izzet ve iftihara sahip olunabilir ama hiçbir şey, ibadet gibi
insana izzet ve iftihar veremez. Kaldı ki dünyevi makamlar ne kadar büyük olsa da hem
geçicidirler hem de kulluk makamının yerini vermezler. Ama kulluk makamı dünyada ve
ahrette hep insanla beraber olup kalıcı ve ebedidir.
Selam ve saygılarla
Serdar Aytekin