Allah´ın adıyla,
İmamet konusu, İslam aleminde çokça konuşulan ve üzerinde çalışmalar yapılan bir konu olmuştur. İmamet, genel manada peygamberden sonra kimin söz sahibi olacağını belirlemektedir. Bu sebeple hem siyasi hem de manevi bir yöne sahiptir. İmamet, insanların uyduğu ve peşinden gittiği makam demektir. İmam ise bu makamda oturan yani insanların arkasında toplandığı ve yöneldiği kişiye denir. Kuran-ı kerim bu makamdan bahsetmiş ve konuyu ele almıştır. İslam dininin peygamberden sonra doğru bir şekilde yönetilmesi ve insanların hidayeti noktasında hedefine ulaşması için bu makamın gerekli olduğu çok açıktır. Zira böyle bir makamın olmaması ya da bu makamın yerine yapay makamlar oluşturulması, din açısından eksikliğe yol açmaktadır. Nitekim tarih bunu en acı şekilde göstermiştir. Allah´ın dininin eksiksiz bir şekilde insanlara ulaştığı gerçeğini ele aldığımızda insanların, imamete uyma emrine uzak kaldıklarını görmekteyiz. İmamet makamına karşı oluşturulan yapay hilafet makamı İslam toplumunda büyük sorunlara yol açmıştır.
Bakara suresinin 124.ayetinde şöyle buyrulmuştur; ‘’O zamanlar rabbi İbrahim´i bir takım sözlerle sınadı. O, bunları yerine getirip tamamlayınca dedi ki; Ben seni insanlara imam edeceğim. İbrahim, soyumu da imam et dedi…’’ Hz.İbrahim (a.s), oğlunu kurban vermek, putperestlere karşı durmak, ateşe atılmak gibi bir takım imtihanlardan sonra Allah tarafından imam olarak seçilmiştir. Bu peygamberliğin dışında bir imamet makamının var olduğuna delildir. Bu olaylar sırasında Hz.İbrahim zaten peygamberdi. Bu imtihanlardan sonra ise imamet makamı ona verildi. Görüldüğü üzere her peygamber, imamet makamına sahip değildir. Allah katında yüce makamlara sahip olan Hz.İbrahim dahi peygamberliğinden sonraki zamanlarda imamet makamını elde etmiştir.
Rad suresinin 7.ayetinde yüce Allah şöyle buyurmaktadır. ‘’Sen ancak uyarıcısın ve her topluluk için bir hidayet eden vardır.’’ Ayetin tefsirine baktığımızda Ehl-i sünnet´in tefsir alimlerinden Fahr-i Razi diyor ki; ‘’Uyarıcı peygamberdir ve hidayet eden Ali´dir.’’ Bunun yanında bir de rivayet naklediyor; ‘’Ayet indiğinde peygamber elini göğsüne koydu ve dedi ki; Ben uyarıcıyım. Sonra Ali´yi işaret ederek dedi ki; Sen hidayet edensin ya Ali. Benden sonra hidayete erenler senin vasıtanla hidayet olacaklar.’’ Görüldüğü üzere peygamberlik makamının dışında, toplumları doğru yola ulaştıracak kişiler vardır ve olmalıdır. Peygamberimiz kendi zamanının hem uyarıcısı hem de hidayet edeni olduğunu söylemekle birlikte, İmam Ali´nin kendisinden sonraki hidayet eden kişi olduğunu belirtmiştir.
Nisa suresi 59.ayette şöyle buyrulmuştur; Ey iman edenler, itaat edin Allah´a ve itaat edin peygambere ve emir sahiplerine…’’ Yüce yaradan kendisine ve resule itaati farz kılmakla birlikte emir sahiplerine de itaat etmeyi farz kılıyor. Kimdir bu emir sahipleri? Emir sahiplerinden kasıt hükümeti ele geçiren yöneticiler midir? Yoksa Allah ve peygamberinin insanlar arasında bıraktığı hidayet etme kabiliyetine sahip kişiler midir?
Eğer bu emir sahipleri, hükümeti eline geçiren her bir kişi için geçerliyse, İslam aleminin halifelik makamında yıllarca oturmuş olan yezit ve benzeri halifeleri de kapsamaktadır. Nasıl olur da yüce Allah, yezit ve benzerlerini hem lanetlemiş hem de onlara itaat etmemizi farz kılmış olsun. Maalesef geçmişte ve günümüzde yaşanan birçok siyasi yanlışlara sessiz kalınmasının sebebi, yukarıda zikredilen yanlış görüşün halk tarafından çokça benimsenmesidir. Allah´ın emir sahiplerinden kastı zalim yöneticiler olabilir mi? Elbette ki olamaz. Ancak bu görüşü benimseyen ve toplumlara dayatan bir anlayış mevcuttur. Bu yüzden günümüzde hala zalime zalim diyemeyen Müslümanlar var. ‘’Yöneticiniz kim olursa olsun ona itaat farzdır.’’ demek Muaviye´yi de, Yezit´i de meşru kılar. Bu anlayış aynı zamanda Muaviye´ye karşı olan İmam Ali´yi (a.s) ve İmam Hüseyin´i (a.s) de haksız kabul eder. Nitekim günümüzde kendini bu düşüncenin havasına çok kaptıran bazı kimseler, ‘’Yezit de kendine göre haklıydı’’ şeklinde sözler sarf etmekte ve yaptıklarına kılıf uydurmaya çalışmaktadırlar.
İslam alemi, peygamberimizden (s.a.a) hemen sonra imamet makamına sahip çıkmamanın bedellerini ödemeye başlamıştır. İç savaşlar, peygamber torunlarının katledilmesi ve yüzyıllarca süren zalim halifelerin yönetici olmaları, bu bedellerden sadece birkaç tanesidir. İmametin arkasında durulmamasının eğitim, iktisat, sosyal ve manevi alanlarda açtığı yaraları henüz konuşmadık bile. İmamet makamının sahiplerinden İmam Muhammed Bakır (a.s) ve İmam Sadık (a.s) halifelik makamının getirdiği çatışmalar sırasında elde ettikleri kısa sürede, eğitim alanında eşi benzeri olmayan adımlar atmışlardır. Hatta Ehlisünnet´in mezhep imamları dahi onlardan faydalanmışlardır. Acaba o şahsiyetler böylesine kısa bir sürede eğitim alanında bunları yaptıysa, uzun sürelerde neler yaparlardı? Eğer insanlar vilayet ve imameti doğru bir şekilde anlasalardı diğer tüm alanlarda da büyük ilerlemeler kaydedilebilirdi. Ancak imametin karşısına çıkarılan hilafet makamı tüm bu güzelliklerin üstünü örtmüştür.
‘’Sizin veliniz, sahibiniz, ancak Allah, peygamberi ve namaz kılıp rüku halinde zekat verenlerdir.’’ Maide 55.
Muhammet Sayan