Allah´ın adıyla,
Kuran-ı kerim ve tarih bizlere açıkça göstermektedir ki peygamberler (a.s) insanları gerçek bir insani yaşama davet etmişlerdir. Toplumlarda var olan yanlışlara ve kişisel hırslara karşı tüm insanlığın, insan gibi yaşayabileceği bir düzen ve yapıyı oluşturmaya çalışmışlardır. Onlar her bir insanın toplumda yer edinebileceği bir ortamla beraber, hem dünyevi hem de uhrevi yeterlilikleri insanlara kazandırmak istemişler.
Cahiliye düşünceleri ve nefsani kalıplar insanların hem cismi hem de manevi hayatını sonlandırmıştır. Bazen hukuksuzca insanların hayatına son verip cinayet işlerken, bazen de manevi boyuttaki yaşam haklarını ellerinden alarak yaşayan ölüler haline getirmiştir. Allah tarafından gönderilen peygamberler ise insanları her iki ölümden de kurtaracak düzenlemeler getirmişler. Kuran-ı kerim, Enfal suresinin 24.ayetinde şöyle buyurmaktadır; ‘’Ey iman edenler, Allah ve resulü sizi hayat verecek şeylere çağırdığı zaman davetlerine icabet edin!’’ Peygamberler insanlara hayat vermek istemişler ve insanların bu çağrıya cevap vermelerini beklemişlerdir. Sosyal, maddi ve manevi yaşamda hayatı ve yaşamı isteyen bir toplum bu çağrılara cevap verecektir. Kendilerinden öncekilerin hiçbir delil ve düzene dayanmayan olgularını kabul eden bir toplum, düşünce özgürlüğünü kaybeden bir toplumdur. Bu da düşünce olarak ölüm demektir. Kültüründe ya da sosyal düzende var olan herhangi bir şeyi sorgulamadan kabul etmek düşünce katliamıdır.
İnsanların manevi yaşamının dışında onları çabalamaya ve maddi olarak da ilerlemeye davet eden peygamberler, bunu kendi hayatlarında da uygulamış ve örnek teşkil etmişlerdir. Bu konuda elimize ulaşan hadisler de bunun delilidir. Onlar hali hazırda var olduğumuz dünya hayatına sırt dönüp sadece ahiret hayatına odaklanmamızı istemiyorlar. Her iki dünya için de çaba göstermemizi istiyorlar. Dünya hayatına sonsuza kadar yaşayacakmış gibi bağlı olmayı reddederken kimseye muhtaç olmadan yaşayabilen bireylerin var olmasını istiyorlar. İnsanın izzet sahibi olmasını istemişlerdir. Buna davet ederken de dünya hayatının geçici olduğunu sürekli olarak zikretmişlerdir. Sade yaşamı tavsiye etmişlerdir. Aşırı maddiyattan uzak durmayı ve infak etmeyi büyük bilmişlerdir. İnsanın kendisine yetecek kadar maddiyata sahip olmasını ve fazlasını ise hayırlı işler için harcamasını söylemektedirler. O halde insani yaşam, hem maddi hem de manevi boyutta olan yeterlilik ile elde edilebilir. Unutulmamalıdır ki maddi yaşam her ne düzeyde olursa olsun bir şekilde insanın yaşamasına olanak sağlamaktadır ancak manevi yaşamı sonlanmış bir birey düşünce anlamında ölmüş bir varlıktır. Bu da insanın bedensel olarak yaşarken, manevi anlamda ölmesine sebebiyet vermektedir. Öyle ki insanoğlu düşünceleri ve maneviyatıyla var olan bir varlıktır.
Manevi boyutta gerçek bir yaşamı olan insan, hayattaki zorluklara göğüs gerebilir ve çıkmazlardan kurtulabilir. Onun düşünce mekanizması bir hedefe odaklanmıştır ve hedefi uğruna madde alemindeki sıkıntıların üstesinden bir şekilde gelecektir. Düşüncelerimizin ve maneviyatımızın doğru bir şekilde işlemesi için bizlere verilmiş olan kuran-ı kerim en doğru araçtır. Onu anlamak ve insan için getirmiş olduğu manevi yaşamı benimsemek bu yolda insana yön gösterecektir.
Muhammet Sayan